5 Ocak 2009 Pazartesi

MUHAMMED SADIK ÖKSÜZ/Görüntü ile Gerçeklik ayrımına Kur’ânî bir yaklaşım

Görüntü ile Gerçeklik ayrımına Kur’ânî bir yaklaşım

Musa (a.s) ile Hızır (a.s) öyküsünde (Kehf Sûresi 60–82) mânevî/rûhânî uyanış teması anlamlı bir değişime uğrayarak insanın zihnî sorunlar dünyasına ve nihaî gerçekler peşindeki arayışına dönüşür.
Görüntü ve gerçeklik, öykünün ortaya koyduğu kadarıyla, temelden farklı şeylerdir –öylesine farklı ki, neyin görüntü, neyin gerçek olduğu konusunda bize ancak sezgisel kavrayış bir fikir verebilir.[1]
[1] Kur’an Mesajı /meal-tefsir/Muhammed Esed/işaret yay./s. 583

Bu ise Allahın, dilediği kadarıyla, dilediği kimseye vermiş olduğu bir bilgidir.


Hadis-i şerifte kıssa şu şekilde anlatılmaktadır:

Mûsa (a.s), Benî isrâil’in arasında onlara hitap etmek için ayağa kalktı. Kendisine insanların en âlimi kimdir diye soruldu. Mûsa: “En âlim benim.” dedi. Bunun üzerine Allah onu muâheze eyledi. Çünkü ilmi Allah’a tefviz etmedi. Allah ona: “İki denizin kavuştuğu yerde benim kullarımda bir kul var, o senden daha âlimdir.” diye vahiy indirdi. Mûsa:
“ Ey rabbim! Benim için onunla buluşmanın yolu nedir? “ diye sordu.
Kendisine:
- Bir zembilin içine bir balık koyarak sırtına al. Bu balığı nerede kaybedersen, o zât oradadır, denildi.

Mûsa yola revân oldu. Onunla birlikte hizmetçisi de yola çıktı. (bu zat Yûşa b. Nûn, idi)
Mûsa (a.s) bir zembilde balık taşıyordu. Hizmetçisi ile birlikte yürüyerek gittiler.
Nihayet bir kayaya vardılar. (orada) gerek Mûsa (a.s) gerekse hizmetçisi uyukladılar. Derken zembildeki balık harekete gelerek zembilden çıktı. Ve denize düştü.

Mûsa ile hizmetçisi günlerinin kalan kısmı ile geceyi de yürüyerek geçirdiler. Mûsa’nın hizmetçisi ona balığı haber vermeyi unutmuştu. Mûsa (a.s) sabahlayınca hizmetçisine:
- Sabah kahvaltımızı getir. Gerçekten bu yolculuğumuzda zorlandık, dedi. Halbuki balığı kaybettikleri yere gelinceye kadar yorulmamışlardı. Hizmetçi:
- Gördün mü, kayaya geldiğimizde ben balığı unuttum, onu hatırlamayı bana şeytan unutturdu. Ve denizde yolunu tuttu! dedi. Mûsa:
- İşte bizim istediğimiz buydu, dedi. Hemen kendi izlerini takip ederek geriye döndüler. Nihâyet kayaya geldiler. Orada elbisesine örtünmüş bir adam gördüler. Mûsa ona selam verdi. Hızır ona:
- Buralarda selam ne gezer?
- Ben Mûsa’yım!
- Benî isrâil’in Mûsa’sı mı?
- Evet!
- Sen Allah’ın ilminden bir ilmi bilmektesin ki, Allah onu sana öğretmiştir. Onu ben bilmem. Ben de Allah’ın ilminden bir ilim üzereyim ki, onu bana öğretmiştir. Onu da sen bilmezsin, dedi. Mûsa (a.s) ona:
- Sana öğretilenden hakkı bana öğretmen şartıyla sana tabi olabilir miyim? Diye sordu. (Hızır) :
- Sen benimle beraberken sabra takat getiremezsin. İyice bilmediğin bir şeye nasıl sabredebilirsin ki? dedi. (Mûsa) :
- Beni inşallah sabırlı bulacaksın. Sana hiçbir hususta karşı gelmem, dedi. Hızır ona:
- O halde bana tabi olacaksan, bana hiçbir şey sorma. Tâ kî kendim sana ondan bir şey anıp söyleyinceye kadar! dedi. Musa:
- Pekâla! Cevabını verdi. Müteakiben Hızır’la Mûsa deniz sahilinden yürüyerek yola revan oldular. Derken yanlarına bir gemi uğradı. Bunlar kendilerini gemiye almaları hususunda gemicilerle konuştular. Gemiciler Hızır’ı derhal tanıdılar. Ve ikisini de ücretsiz olarak gemiye bindirdiler. Derken, Hızır geminin tahtalarından birine vurarak onu çıkardı. Bunun üzerine Mûsa ona:
- Bir cemaat bizi parasız gemilerine bindirdiler. Sen onların gemisine kastederek yolcularını boğmak için zarar verdin. Gerçekten çok büyük bir iş yaptın, dedi. Hızır:
- Ben sana benimle beraber sabra güç yetiremezsin demedim mi? dedi. Mûsa:
- Unuttuğumdan dolayı beni azarlama, işimde bana güçlük çıkarma, dedi. Bundan sonra gemiden çıktılar. Sahilde yürürlerken bir de baktılar ki, bir erkek çocuk diğer çocuklarla oynuyor. Hızır hemen onu tuttu ve öldürdü. Bunun üzerine Mûsa:
- Mâsum bir nefsi kısas hakkın olmaksızın öldürdün mü? Gerçekten yadırganacak bir şey yaptın! dedi. Hızır:
- Ben sana benimle beraber sabra güç yetiremezsin demedim mi? dedi. Mûsa:
- Ama bu birinciden daha şiddetli idi, dedi ve ilave etti: bundan sonra sana bir şey sorarsam bir daha benimle arkadaşlık etme. Benim artık özür beyan edecek durumum kalmadı, dedi. Yine yürüdüler. Nihayet bir köye vararak köylülerden yiyecek istediler. Onlar kendilerini misafir etmekten çekindiler. Bu sefer giderken köyde yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır hemen onu doğrulttu. Mûsa ona:
- Bir kavim ki, kendilerine geldik de bizi ne misafir ettiler, ne de doyurdular. Dilesen bunun için ücret alabilirdin, dedi. Hızır:
- Artık bu senle benim aramızın ayrılmasıdır. Sabredemediğin şeylerin içyüzünü sana haber vereceğim, dedi... ( Kehf Sûresi ,78-82 )

Rasûlullah (s.a.v) buyurmuşlar ki: “ Allah Mûsa’ya rahmet eylesin. Dilerdim ki, sabretmeliydi de Hızır’la beraber görüp geçirdiklerini bize anlatmalıydı...”


Allah teâlâ bu kıssayı Peygamberimizin şahsında bize de sunmaktadır ki, “İnsan âciz bir varlıktır ve Peygamberler dahî Allah’ın bilgilendirmesine muhtaçtır.”

Allah’u a’lemu...

Hiç yorum yok: